Atatürk Dönemi Milli ve Dış Politikalar

ATATÜRK DÖNEMİ MİLLİ VE DIŞ POLİTİKALAR


Bir devletin, diğer devletlerle ilişkilerinde göz önünde bulundurduğu ilkeler, o devletin dış politikasını belirler.

Atatürkçü düşünce, devletin, tamamen milli bir dış politika izlemesini öngörür. Türkiye’nin güvenliğini ve milli menfaatlerini korumayı amaçlayan, hiçbir milletin aleyhine olmayan bir barışı, daima prensip kabul eder. Dış politikadaki temel ilke “Yurtta Sulh, Cihan’da Sulh”tur.


    Milli Dış Politikanın Başlıca Öğeleri:

Bağımsızlığımızı her şeyin üstünde tutmak.

Her şeyden önce milli gücümüze dayanmak.

Milli sınırlarımız içinde kalmak.

Gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak.

Milletlerarası ilişkilerde, eşitliğe dayanan karşılıklı dostluklar ve ittifaklar kurmak.

Milli politikayı yürütürken her zaman iç teşkilatı ve kamuoyunu dikkate almak.

Diğer devletlerin iç politikalarından ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek.

Dış politikada, diplomaside, bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak.

Dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak.

A. 1923–1930 YILLARI ARASI MİLLİ DIŞ POLİTİKA


Bu dönemde Lozan barış Antlaşmasından kalan sorunlar çözülmeye çalışılmıştır.   


1-  Nüfus Mübadelesi (Değiş Tokuşu) Meselesi:

Lozan Antlaşmasına göre, İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler dışında, Türkiye’de yaşayan Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türkler karşılıklı yer değiştireceklerdi.

Fakat Yunanistan İstanbul’da daha fazla Rum bırakabilmek için ısrarda bulununca anlaşmazlık ortaya çıkmış ve bu olay Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür. Fakat bu cemiyette bu olayı çözüme kavuşturamamıştır. Tarafların karşılıklı olarak birbirlerinin mallarına el koymuşlardır.

Nüfus Mübadelesi sorunu 10 Haziran 1930’da yapılan bir antlaşma ile çözümlenmiştir. Bu antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri yerlerinde kalacaklar(Etabli), bunun dışında Yunanistan’daki Türkler ile Türkiye’deki Rumların karşılıklı olarak değiş tokuş edilmesi kabul edilmiş. Böylece nüfus mübadelesi gerçekleşmiştir.

Bu antlaşma iki taraf arasında uzun süreden beri devam eden huzursuzluğu ortadan kaldırmıştır. Bu antlaşma Türk-Yunan münasebetlerinin düzelmesine vesile olduğu gibi, ileride oluşacak olan Balkan Paktı’nın kurulmasına da ön ayak olmuştur.

Not: Türk-Yunan ilişkileri hiç aksamadan 1954 yılına kadar sürmüş, Kıbrıs sorunu nedeniyle ilişkiler yeniden bozulmuştur.


2- Yabancı Okullar Sorunu:

Lozan barış Antlaşmasına göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı oldukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardı. Türk hükümeti bu okullardaki eğitim-öğretim faaliyetlerini düzenleyecekti.

1926 yılında çıkarılan Maarif Teşkilatı Kanunu ile yabancı okullardaki Tarih, Coğrafya, Türkçe derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulması ve Türk müfettişlerce denetlenmesini karara bağladı.

Başta Fransa olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri buna karşı çıktılar. Türkiye Cumhuriyeti bunu kendi iç sorunu sayarak görüşme konusu yapmayı reddetti.

Sonuçta, bu esaslara uymak istemeyen bazı yabancı okullar kapatıldı. Geri kalanlar da kapatılma tehlikesi karşısında devletin isteğini kabul ettiler ve sorun Türkiye lehine çözümlenmiş oldu.

Not: Yabancı okullar sorunu Fransa ile aramızda iyi münasebetlerin kurulmasını bir müddet geciktirmiştir.


3- Musul Sorunu:

Musul Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı sırada Osmanlı Devleti’nin elinde idi. Dolayısı ile daha sonra ortaya konulan Misak-ı Milli sınırlarımızın içinde yer aldı.

Türkiye Lozan Konferansı’nda, İngiltere’den Musul’un kendisine bırakılmasını istemişti. İngiltere zengin petrol yataklarından dolayı burayı vermek istememişti. Musul sorunu Lozan’da çözümlenememiş, yapılacak barış antlaşmasının gecikmemesi için bu sorun barış antlaşmasının imzalanmasından sonra dokuz ay içinde ilgili devletler tarafından çözümlenmek üzere ertelenmişti.

1924 yılında iki ülke arasında başlayan görüşmelerde İngiltere Musul’u vermek istemediği gibi Hakkâri ilimizin de Irak’a ait olduğunu iddia etmiştir.

Bu görüşmelerin başarısızlıkla neticelenmesi üzerine sorun Milletler Cemiyetine götürülmüştür. İngiltere’nin güdümünde olan bu kuruluş onların lehine karar vermiş, Türkiye bunu tanımayarak konuyu Lahey Adalet Divanı’na götürmüştür.

Lahey Adalet Divanı’nda görüşülen Musul Sorunu İngiltere’nin isteklerine göre ele alındığından çözümlenememiştir.

İngiltere bu sorunu kendi çıkarları doğrultusunda çözebilmek için yurdumuzda bir ayaklanma çıkarttı (Şeyh Sait Ayaklanması). Bu isyan Türkiye’yi çaresiz bırakmış ve bu sorunun çözümü için antlaşmayı gerekli görmüştür.

5 Haziran 1926 tarihinde iki ülke arasında Ankara Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre;

   ·  Musul İngiliz mandası altındaki Irak’a verildi.

   ·  Türk-Irak sınırı son şeklini aldı.

   ·  Irak, petrol gelirlerinden alacağı verginin %10’unu 25 yıl süre ile Türkiye’ye verilecekti( Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz Sterlini karşılığında bu paydan vazgeçmiştir).

Not: Bu antlaşma ile Misak-ı Milli sınırları içerisinde yer alan Musul elden çıkmıştır (Bu olay Misak-ı Milli’den verilen üçüncü ödündür).

 

B. 1930–1939 YILLARI ARASI MİLLİ DIŞ POLİTİKA

 

     Bu dönemde dünya barışının tehlikeye girmesi üzerine, Türkiye güvenliğini sağlamak için savunma paktlarına yönelmiştir.

 

1- Milletler Cemiyetine Giriş (18 Temmuz 1932 )

10 Ocak 1920’de kurulan Milletler cemiyeti, tüm dünya ülkelerinin barış ve dostluk içinde yaşamalarını temin etmeyi ve yeni bir savaşın çıkmasını önlemeyi hedeflemekteydi.

Milletler Cemiyetinin bir süre sonra kuruluş amacından uzaklaşarak, büyük devletlerin çıkarlarını koruyan bir merkez haline gelmesi Türkiye’nin bu teşkilata güven duymamasına neden olmuştur.

Türkiye’nin dünya barışına katkıda bulunmak amacıyla komşu ülkeler ile yaptığı barış antlaşmaları Milletler Cemiyetinin dikkatini çekmiş ve Türkiye’yi üyeliğe davet etmelerine neden olmuştur.

Bu davet üzerine Türkiye 18 Temmuz 1932 yılında bu cemiyete üye olmuştur.


2-  Balkan Antantı (9 Şubat 1934) 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde İtalya ve Almanya’nın yayılmacı politika izlemesi ve silahlanması üzerine, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya gibi Balkan Devletleri’nin oluşturdukları topluluktur.

Balkan Antantı’nın esası; sınırların güvence altına alınması, ekonomik ve siyasal işbirliği, anlaşmazlıkların görüşme yolu ile çözümlenmesi ve müşterek yararların üstün tutulması gibi barış ve karşılıklı saygıya dayanıyordu.

Bu antant ile batı sınırlarımız güvenlik altına alınmıştır.

Not: Balkan devletlerinden Arnavutluk, İtalya’dan çekindiği için, Bulgaristan ise kaybetmiş olduğu toprakları tekrar ele geçirme isteğinde olduğu için bu antanta katılmamıştır. Bu antant II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla geçerliliğini yitirmiştir.


3- Monreux Boğazlar Sözleşmesi ( 20 Temmuz 1936) 

Lozan Antlaşması ile Boğazların her iki yakası silahtan arındırılmış (15’er km) ve yönetimi başında bir Türk’ün bulunduğu uluslar arası bir komisyona verilmişti. Türkiye’nin Boğazlar üzerinde tam hâkimiyeti ve kontrol hakkı yoktu. Türkiye bu şartı dünyanın silahsızlanmaya gidişini kolaylaştırmak için kabullenmişti.

Ancak dünya barışını tehdit eden bazı gelişmeler Türkiye’yi harekete geçirmiştir. Türkiye, Milletler Cemiyetine müracaatta bulunarak Boğazların durumunun yeniden görüşülmesini istedi.

Antlaşmaların hiçe sayıldığı ya da güç kullanılarak değiştirildiği bir sırada, Türkiye’nin barışçı girişimi anlayışla karşılanmış ve Boğazların durumunu görüşmek üzere bir konferans düzenlenmiştir (22 Haziran 1936). Sonuçta da 20 Temmuz 1936’da Monreux (Monrö) Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. 
Buna göre;

Boğazlar komisyonu kaldırılarak, yetkileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne verildi.

Boğazlardaki askersiz alan kaldırılarak, Türkiye’nin buralarda diledikleri kadar kuvvet bulundurmaları kabul edildi.

Ticaret gemilerinin her iki yönde Boğazlardan geçişi serbest hale geldi.

Savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi için sınırlandırmalar getirildi.

Türkiye’nin savaşa girmesi veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşması durumunda Boğazlardaki üstünlük tamamen Türkiye’ye bırakıldı.

Montreux (Nontrö) Antlaşmasının Önemi:

Bu antlaşma ile Türkiye diplomatik ve siyasi bir zafer kazanmıştır.

Türk Devleti’nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Boğazlarda tam hâkimiyet sağlamıştır.

Türkiye’nin boğazlarda asker bulundurması ile Doğu Akdeniz’deki önemi artmıştır.

1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması ile başlayan Boğazlar Sorunu tamamen ortadan kalkmıştır.

Not: Bu antlaşma Rusya ile olan ilişkilerimizi bozmuş, İngiltere ile yakınlaşmamızı sağlamıştır. 20 yıllık bir süre için imzalanan bu antlaşma günümüze kadar geçerliliğini korumuştur.


4- Sadabat Paktı ( 8 Temmuz 1937) 

1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırması, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de güvenliğin tehlikeye düşmesine neden olmuştur. Bunun üzerine Türkiye, İran, Irak ve Afganistan Devletleri 8 Temmuz 1937 yılında kendi aralarında Sadabat paktını oluşturmuşlardır.

Bu pakt ile bölgede barış ve güvenliğin sağlanması amaçlanmıştır. İlgili devletler karşılıklı olarak birbirlerinin sınırlarını korumayı ve birbirlerinin içişlerine karışmamayı taahhüt etmişlerdir.

Irak’taki İngiliz manda yönetimi nedeniyle, bu ülkenin dâhil bulunduğu Sadabat Paktı, Türkiye ila Batı (İngiltere) arasında kurulmuş bulunan doğrudan işbirliği ilişkisine yeni ve dolaylı bir halka eklemiş oluyordu.

Not: Bu pakt ile doğu sınırlarımız güvenlik altına alınmıştır.


5- Hatay’ın Anavatan’a Katılması ( 29 Haziran 1939) 

20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile Hatay, Fransız himayesinde, fakat özerk bir yönetime kavuştu. Buna göre, o zamanki deyimi ile “Hatay Sancağı” Türk kültürüne bağlı kalacak, okullarda Türkçe öğretim uygulanacak ve Türk parası geçerli olacaktı. 

Fransa, II. Dünya Savaşı’nın yaklaşması üzerine 1936 yılında Suriye üzerindeki mandasını kaldırmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Hatay sorunu ortaya çıktı.

Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Hatay’ın geleceğine, Hatay’da oturanların karar vermesini istedi. Öneri kabul edildi. Milletler Cemiyeti aracılığı ile Türkiye ve Fransa arasında görüşmeler başladı. Sonunda, Hatay’da bağımsız bir Türk devletinin kurulması konusunda anlaşmaya varıldı. 2 Eylül 1938 yılında bağımsız “Hatay Devleti” kuruldu. Devlet başkanlığına Tayfur Sökmen, başbakanlığa Abdurrahman Melek seçildi. Bu durum uzun sürmedi. Türkiye ile Fransa arasında tekrar bir antlaşma yapılarak Hatay’ın Türkiye’ye bağlanması kabul edildi. Bunun üzerine Hatay Meclisi, Türkiye ile birleşme kararı aldı (29 Haziran 1939). Bir gün sonra da TBMM, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını kabul etti

Not: Hatay sorununun Türkiye’nin arzu ettiği şekilde çözümlenmesi, Atatürk’ün dış politikadaki büyük başarısıdır. Atatürk, bağımsız Hatay devleti’nin kuruluşunu görmüş fakat anavatana katılışını görememiştir. Hatay, sınırlarımıza dâhil edilen son toprak parçasıdır (Böylece Misak-ı Milliden verilen ikinci ödün ortadan kalkmıştır).

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol